22 Ocak 2014 Çarşamba

Ah Bu Ben 4.Bölüm

4.Bölüm

Bugün için randevulaştığım 3 yere gitmek üzere çıktım evden. Hepsinin de aynı güzergahta olması şansıma iyi oldu. Akşam eve geçerken de tatlı kiracımı gördüm, arabama aldım, beraber geçtik eve .Sohbet ettik biraz. Ben durumdan bahsettim, iş baktığımdan aslında bir taraftan da iş kurmak istediğimden vs. çok şaşırdı onların da insan kaynakları boşmuş ve birini arıyorlarmış hemen siz olabilirsiniz isterseniz dedi. Çok şaşırdım hiç beklemediğim bir teklif oldu. Teşekkür ettim. isterseniz yarın ofisimize uğrayın daha detaylı konuşalım dedi. Bir şey diyemedim , E hadi ama dercesine baktı yüzüme, peki dedim.

Eve girdiğimde güzel kokular geliyordu mutfaktan. Canım annem döktürmüştü yine. Yemekte konuştuk annemle bugünkü yerlerin aslında iyi olduğundan ama sebepsiz bir şekilde kararsız kaldığımdan bahsettim. Taner bey muhabbetini anlattım. Tamam deseydin diye çığlık attı. Bende yarın gidicem, bakıcam, görüşücez dedim. Çok sevindi.

Ertesi sabah hazırlandım ve Taner Bey’in ofisine gittim. Beşiktaştaydı ofis ve müthiş bir manzarası vardı. Birkaç kişi vardı koşuşturan bir bayan karşıladı beni ve Taner bey’in odasını tarif etti, gittim.
Kafamdakileri açık açık anlattım aslında iş bakmaktan ziyade iş kurmak istediğimden ama nerden başlamam gerektiğini bilmediğimden bahsettim. Şöyle bir teklifte bulundu. İşinizi yine kurun ama o zamana kadar belli bir zaman geçmesi gerekir, her şeyi oturtup başlamak gerekir. O zamana kadar bizim burda çalışabilirsiniz dedi. İK’da hem geçmiş tecrübeniz var hem de bizim deneyimli birine ihtiyacımız var dedi. O kadar güzel konuşuyordu ki hipnoz olmuştum ellerinin hareketini, konuşmasını, ağzını, gözlerini  takip etmekten konuya odaklanamıyordum. Ne derse peki dedim. Aslında güzel de maaş önerdi, reddedemedim sanırım edemezdim de. Tuhaf  bir durumdu benimkisi. Haftaya başlamak üzere el sıkıştık, ayrıldım ordan.

Keyfim o kadar yerindeydi ki canım sinemaya gitmek istedi. Annemi de aldım sinemaya gittik, işi kabul etmem annemin de çok hoşuna gitmişti. Filme girdik, iki sıra aşağımızda kimi gördüğüme inanamayacaksınız. Duygu ve Tolga el ele kol kola oturmuş, kıkırdaşıp duruyorlardı. Ne var bunda şaşıracak diye düşünmezdiniz , hayatlarında başkaları olduğunu bilseydiniz. Saf  Melis de bunları arkadaş diye yanında gezdiriyor diye geçirdim içimden. Annem sordu” neye dikkat kesildin” diye” yok bir şey birine benzettim” dedim.
Duygu ve Tolga’yı dikizlemekten filme konsantre olamadım bi halt da anlamadım. Film bitince hızlıca çıktım salondan annemi de peşimde sürükleyerek onlara görünmemek için. Yemeğimizi yiyip , tatlıyı götürdükten  sonra da evimizin yolunu tuttuk.

Bugün Perşembe ve ben annemi yolcu ettim şimdi. Sanki çok uzaklara uğurluyormuşçasına bir hüzün kapladı içimi. Bana sadece 2 saat uzakta olsalar da sevmiyorum böyle ayrılık anlarını. Gitmesin banane :'(


Sonrasında Melis’le buluştum.. ağzından laf almaya çalıştım. Duyduklarıma inanamadım, o da ne ! meğer herkes biliyormuş bu durumu, kendisi döküldü. Ama açıkça konuşulmuyormuş sadece herkes biliyor ama kimse konuşmuyor. Var ama yok gibi. Öyle saçma bir durummuş yani. Tolga bey’in eşi gelmiş bir gün de kötü kötü bakışmışlar. Tolga bey’in evinde neler oluyordur bilmem ama herkes her şeyi biliyor, kimse hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranıyor dedi Melis. İlginç dedim eşinin yerinde olmak istemezdim.


22.01.2014
佳楠


Saksı Değilim Ben !

Al işte insanın tepesi atınca neden attı derler. Blog sayfama da giremiyorum, bir bunu engellemedikleri kalmıştı. Sanırım biri beni gözetliyor.  Ulan ben ithalat bölümünde çalışan bir insanım ne diye sen benim sitelerimi engelleyebilirsin ki.. Facebook, twitter ok anlarım da youtube’u yasaklamak nedir arkadaş ya ordan ürün bakılır, videosu izlenir vs vs oturup film mi izlicez.. Sadece onla kalsa iyi firmaların bana attığı linkleri açamıyorum. Böyle bir kafa olur mu  buna sen karar ver sayın okur. Sanki muhasebede çalışıyorum ya da nebilim işte.. Kullanmam, bakmam,araştırma yapmam gereken siteler bana kapalı.. Hay Allah, bismillah diyorum başka da bir şey demiyorum.

Blog sayfası muhabbetine gelince..Ne var yani arada bir insanlar neler yazmış diye bakamaz mıyım? Kafa dağıtmak isteyemez miyim? Siz 9 saat boyunca iş için mailleşen adam gördünüz mü? Saksı değilim ben ;) Eğer şu an şu yazdıklarımda okunuyorsa ki olabilir,okuyun kardeşim, takipleyin beni ama bu işler böyle olmaz, benden söylemesi.

Uzatmayalım. Tepem attı, sizinle de paylaştım, bitti.

Öperler.

22.01.2014
佳楠



21 Ocak 2014 Salı

Ah Bu Ben 3.Bölüm

3. Bölüm

Sabah sabah kim bu gelen Allah aşkına diye söylenirken kapıyı açtım. Oha annem. “ hayırdır anne” derken bi taraftan da valizine yardım ettim. Hemen elini yüzünü yıkadı, mutfağa geçti getirdiği yiyecekleri vs dolaba kaldırdı, çay suyu koydu ve nihayet oturabildi. Ben sorumu yineledim hayırdır anne diyerek. Kızdı bana sanki çok uzaktayız, atlayıp yanımıza gelemiyorsun, yüzünü gördüğümüz yok sıraladı da sıraladı. İşten ayrıldım ve yalnız kalmak istiyorum hiçbir şey yapasım yok o yüzden evden bile dışarı çıkmadım dedim. Kendini paraladı “bunalıma mı girdin, noldu, olsun iş bulursun, neden böyle kabuğuna kapandın” şeklinde sorular sordu. 

Aslında uzun zamandır ilk kez bu ara çok mutluydum, bu ara çok gülüyor, bu ara kendime zaman ayırıyordum. Bunalımda filan değilim sanırım, bunalımda olan böyle olmazdı. Anneme de bunu anlatmaya çalıştım. Tamam dedik, öpüştük koklaştık yine. Hem beni özlemiş hem de yeni kiracımı görmeye gelmiş. Hırlı mı, hırsız mı; ne, ne değil görmek istiyormuş. Devir kötüymüş ne olur ne olmazmış.. Aman anne dedim, kiracı işte.

Haftanın ilk günüydü. Kendi kendime bugün de dedim hiçbir şey yapmicam annemle takılırım sohbet muhabbet ederiz, yarın iş bakmaya başlarım. İnternetten birkaç yere başvurup yine ev içi tembelliğime devam ettim.Annemle güzel bi gün ve akşam geçirdik, özlemişim J karşıda ne var ne yok kim kime ne demiş neler olmuş hepsini bir bir anlattı. Bazen gülme krizine girdik beraber, bazen hüzünlendik. Baktık çoktan akşam olmuş, anneciğimin hazırladığı müthiş yemekleri yedikten sonra tatlı almaya çıktım.

Eve döndüğümde bir de ne göreyim. Annem Taner bey’le oturmuş sohbet ediyor. Tövbe yarabbim dedim içimden, annemle gözlerimiz konuşmaya başladı noluyor diye sordum gözlerimle, o da gel otur dedi gözleriyle. Gülümsememi takındım gidip oturdum. 10 dakika içinde nasıl bu kadar sohbet etmişler anlamış değilim. Okuduğu okuldan hiç evlenmediğinden, memleketinden, anne babasından aklınıza gelebilecek her türlü bilgiden sorguya çekmiş annem çocuğu. Taner bey çıkar çıkmaz kahveleri hazırladım tatlıyı da yanına koydumm başladı annem anlatmaya bende tabi merak etmiyormuş gibi görünüyorum ama nasıl da deliriyorum her şeyi öğrenmek için. Annem sıralıyor tabi.” İyi, efendi çocuk, sevdim ben, burda oturmasında bir sakınca yok, aferin sana iyi seçmişsin” diyor. İçimden ya tamam anne anlatsanaaaa diye çığlık atarken dışımdan “ öyle mi, nerden bu sonuca vardın” diye sordum son derece sakin. Başladı annem :

Annesi iş kadını, babası iş adamı. İzmir de iş yerleri var. Ablası var evlenmiş. O da İstanbul’da yaşıyor. Kendisi Londra’da yüksek lisans yaptıktan sonra iş hayatına da orda başlamış. Anne babasının yanına gelmemiş çünkü önce dışarda başka yerlerde çalışıp kendini geliştirmek istemiş. Yeterince geliştiğini düşününce ve sıkılınca da İstanbul’da ofis açıp başına geçmeye karar vermiş. İzmir’den anne babasının yönettiği şirketin bir şubesini de İstanbul’da açmaya karar vermişler. Şimdi yeni yeni oturtuyorlarmış. Ofis bulma, eleman alma vs vs .. Bu esnada annemle göz göze geldik. İkimizde aynı şeyi düşünüyorduk, belki bana da bir iş olabilirdi bu yeni oluşumda. Ama ben hemen vazgeçtim bu fikrimden hem kendi işimi kurma fikrim vardı hem de ben diyemezdim öyle beni işe alsana diye. Annem hemen “bu işler kolay mı, sermayen var mı, evini mi satacaksın, delirme akıllı ol” tarzında ebeveyn cümleleri kurmaya başladı. Neyse dedim sen anlatmaya devam et konuşuruz bunları.. Hiç evlenmemiş daha doğrusu bunun için zamanı olmamış. Hala düşünmüyorum ben aşka inanıyorum demiş. Evlenmek için de mantık evliliği değil aşk evliliği yapmak istiyorum demiş. Ay canım benim, o an hayallere daldım. Bu arada bu kadar detay vermesi size de ilginç geldi mi ?  Ben hayal aleminde gezerken demesin mi annem bulamadın şöyle bir çocuk da evlenmedin diye. Hemen konuyu değiştirdim.


13.01.2014
佳楠





Ah Bu Ben 2.Bölüm

2.Bölüm

1 Hafta Sonra

1 haftam yatmakla, geç kalkmakla, pasta börek yapmakla, müzik dinleyip dans etmekle, ağlamakla ve yeni kiracımı gözetlemekle geçti. Yani iş bakmanın dışında her şeyi yaptım. Ha bi de dışarı sadece ekmek, su almak için çıktım. Şimdiyse kendime yapmış olduğum müthiş börek ve çayla tv’nin karşısında yine keyif yapıcam. Ya ben ne kadar özlemişim tembellik yapmayı, ne kadar harika hissediyorum kendimi inanamazsınız.

Kışın en sevdiğim saati  17.00.. Akşam oluyor yavaştan,  sokak lambaları yanmaya başlıyor, insanlar evlerine varma koşuşturmacasında, akşam yemeği telaşı, benimse çayım, böreğim,televizyonum ve sıcacık evim.. Daha ne isterim ki ? İş mi hmmm evet iş isterim :S Tamam çok harika bir hafta geçirdim belki ama artık para da kazanmak gerekiyor. Yarından itibaren iş aramaya başlıyorum diye kendime söz verdim ve annemi aradım ne var ne yok dedikodusu yapmak üzere. Telefonu kapayıp uykuya dalmak üzereyken telefonum çaldı. Aldırış etmedim ama 2. defa da ısrarla çalınca açmak zorunda kaldım. Arayan canım arkadaşım Melis’ti. Israrla beni sinemaya götürmek istediğini söyledi. Sağolsun Meliscim şu 1 haftadır 2günde bir yanımda, beni insan içine çıkarma çabasında. Güya ben depresyondaymışım. Halbuki hiç alakası yok hiç olmadığım kadar mutlu ve umutluyum ;) Her neyse bizim kız anlar mı anlamaz. Baktım kurtuluş yok tamam dedim, saat 21.00’da Mecidiyeköyde buluşmak üzere sözleştik.

Buluştuğumuzda yalnız değildi. Tanımadığım iki kişi vardı yanında Melis’in. Yanlarına gidince tanıştırdı, iş yerinden arkadaşlarıymış. Hatırladım sonra daha önce Melis’in bu arkadaşlardan söz ettiğini. Ordan taksime geçtik ve bi yerde oturmaya karar verdik. Tatlılar, çaylar derken sohbet sohbeti açtı. Her şeyden bahsettik. Duygu’yla Tolga’yı o kadar sevdim ki tam benim tarzım insanlar, neşeli, komik ve zeki oldukları kurdukları her cümmleden belli.

İşle ilgili neler yapmak istediğimi sordular. Verdiğim cevap karşısında biraz şaşırdılar tabi. Özellikle Melis o da ilk kez duydu bunu benden. Yeni bir iş bakarım, kaldığım yerden devam ederim diye düşünüyordu ama kendi işimi kuracağım ve yoluma bu şekilde devam edicem diyince bi haylı şaşırdı. Aslında buna orda karar vermiştim desem yalan olmaz. Kafamda vardı böyle bir düşünce ama bu kadar kararlı olduğumu bilmiyordum:D Duygu hemen ofis önerdi, yer söyledi, kiralardan konuştuk derken baya baya ofis filan açtım dekorasyonu bile tamamladık orda :D


Gülüşmeler filan derken, 3tü eve geldiğimde…

12.01.2014
佳楠

Ah Bu Ben 1.Bölüm

1.Bölüm

Son defa gittim bugün oraya. Kimseyi görmek istemediğimden Pazar gününü bekleme fikrim dahiyane bir fikirmiş gibi geldi ofise girdiğimde. Eşyalarımı, anılarımı, sevinçlerimi, üzüntülerimi, arkadaşlarımı, başarılarımı bi koliye doldurdum ve çıktım.. Kendime benzettim bi an dışardaki havayı. Sonbahar da benim gibi dökülüyordu dışarda. Çırılçıplak kalmak üzereydi. İşsiz kalmak da böyle bi şeydi sanki. Kendimi çırılçıplak hissettim bi an.

Koliyi arabanın bagajına yerleştirirken, canımm arkadaşım max geldi koşa koşa. Bi daha gelmeyeceğimi anlar gibi gitme diyen bi bakışı vardı. Sarılıp koklaştıktan sonra atladım, gittim. Arabanın peşinden koştu bi süre ama ben hız yapınca bi anda kayboldum.

Eve geldim. Hastaymışım gibi bi hale büründüm. Güzel bi duşun iyi geleceğini düşünerek hemen duşa girdim. Çıkınca güzel bi 5 çayı kıvamında şeyler hazırladım kendime. Televizyonu açtım. Sıcak evimde keyif yaptım. Uzun zamandır böyle huzurlu hissetmemiştim. Çok özgür hissediyordum kendimi, öyleydim de aslında. Çelişkiler ve gel gitler içinde olan beynim ve bedenim koltukta zıplamaya başladı. Kafayı mı yiyordum acaba ? :S Kapının çalmasıyla kendime gelip kapıya doğru koştum. Sanki birini bekliyormuşum gibi :D

“Pardon yan daire size aitmiş, ben kiralık ilanınız için gelmiştim, bi gezebilir miyim sakıncası yoksa”dedi bir ses. Ben görüntüye öylesine odaklanıp hapsolmuştum ki adam dilsiz olduğumu düşündü. İşaret dilini filan kullanmaya başladı da kendime geldim. İçimden de vaayyy lan adama bak işaret dili biliyor diye hayran kaldım. Hayatımda gördüğüm en yakışıklı adamdı. “anahtarı alıp geliyorum bi dk bekleyin lütfen deyiverdim bi hızla” kendimi azarladım “kendine gel” diye..


Daireyi gezdirdim. Hem şehre yakın hem de şehrin gürültüsünden uzak, bi tarafta doğa bi tarafta deniz manzarasıyla eşsiz bir mahallemiz olduğundan, ulaşımdan, marketten, pazardan bahsettim. Bu arada kendisi de kendi hakkında bilgi verdi. Londra’dan yeni geldiğinden oranın gri renginden sıkıldığından ve artık işlerini buradan yürütmek istediğinden, işletmeci olduğundan bahsetti.  Evi çok beğendi ve tamamdır tutuyorum dedi. Hayırlı olsun dedim, el sıkıştık. Çok yakışıklı, karizmatik, zeki bir kiracım oldu. J  Yarın taşınıyoooorrrr… 

11.01.2014
佳楠

20 Ocak 2014 Pazartesi

Vurulmuşum


Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...

Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...


AHMET ARİF

Keşke (O An 2.Kısım)

Gülmekle ağlamak arasında gidip geldi. Geçmiş, gözlerinin önünden öyle net, öyle hızlı geçti ki 1dk’ya sığdırdı onunla geçen 4 yılın her bir saniyesini. Yanında bir bayan 2 tane de küçük çocuk vardı. Bayan uzun boyluydu, biraz soğuk görünüyordu ama yine de hoştu. Çocuklardan biri 4-5 yaşlarında, biri de en fazla 7 yaşında görünüyordu. Teyzelere koşup sarıldılar, ellerini öptüler, oturdular. Herkes çok mutlu görünüyordu. Ne düşünmesi gerektiğini bilemedi. Uzaklaşması gerektiğini düşünerek ayrıldı oradan.
Nasıl böyle bir tesadüf olabilirdi ki. 5 yıl aradan sonra böyle hissedebileceği aklının ucundan bile geçmemişti. Onu ilk gördüğü anki  kalp çırpıntısı gibiydi bu. Ama acıydı da. O kadar tuhaf hissediyordu ki sürekli gel-gitler içindeydi. Eve geldiğini fark edemedi bile.

 Duşunu alıp yatağına uzandığında bile kafası soru işaretleriyle doluydu. Nerdeydi bu zamana kadar? Neden hiç aramamıştı? Yanındakiler kimdi? Yoksa evlenmiş miydi? En önemlisi de neden hiçbir şey  söylemeden bir anda yok oluvermişti? Ya da neden bi daha karşısına çıkmıştı? Şeytan dürtüyordu. Bir şeyler yapmalıydı. Kesin evlenmişti onlar da çocuklarıydı. Hesap sormalıydı. Çekip gitmesinin hesabını sormalı ve en okkalısından bi tokat atıp arkasına bakmadan geri gelmeliydi. Hafta sonu gelir gelmez yapacağı ilk iş buydu. Bunları düşünürken uyuya kalmıştı.

 Bütün hafta boyunca hafta sonunun planını yaptı durdu. İşteyken bile konsantre olduğu tek şey buydu. Dalgındı, heyecanlıydı, ne mutluydu ne de mutsuz. Hatta bazen mutluydu. Kendine kızıyordu böyle olduğu için ama engel de olamıyordu. Kendine bile itiraf edemediği bi şeyler vardı içinde.
Nihayet cumartesi olmuştu. Atladı aynı otobüse ve yine indi son durakta. İlk olarak teyzelere gidecekti ve onlara soracaktı. Bu defa fotoğraf makinesini almamıştı. Bugünü makineye değil de beynine kaydetmeyi istedi. Ve nihayet gelmişti.

 Teyzeler yine ordaydı. İçindeki anlam veremediği ( ya da vermek istemediği) o heyecanla onlara yaklaştı. Önce sarıldılar, oturdular, biraz sohbet ettiler. İki taraf da mutluydu bu sohbetten. Sonra bi cesaretle geçen haftadan bahsetmeye başladı. Yanınızdan ayrıldığımda birileri gelmişti uzaktan gördüm kimdi onlar diye sordu. Renk vermemeye çalışıyordu ama heyecanlı olduğu her halinden anlaşılıyordu. Yerinde duramıyordu.

 Hemen anladılar kimden bahsettiğini. Anında yüzleri düştü. Belliydi kötü giden bi şeyler vardı. Kalbinden bi parça koptu O AN. Bayılacak gibi hissetti. Aklından o kadar çok şey geçti ki. Bi şey söyle dercesine teyzenin gözüne baktı. Duyduklarına inanamadı. Gözlerinden akan yaşlara hakim olamıyordu artık. Ne kadar sakinleştirmeye çalışsalar da olmuyordu. Olayı tam olarak öğrendikten sonra  bir hışımla ayrıldı oradan.

 Gözyaşları sel oluyordu. O harika yer cehenneme dönmüştü bir anda. Güneş olsa da karanlıktı artık her yer. Bastığı yeri bile göremiyordu. Nasıl da koşar adımlarla ilerliyordu. Nereye gittiğini bilmeden ilerliyordu. Sonra kıyıya gelmiş olduğunu fark etti. Uçsuz bucaksız denize baktı. Hiç bi şey düşünemiyordu. Yaptığı tek şey boş boş bakmaktı sadece.

 Uykusunda yakalanmıştı ölüme. Hem de en savunmasız halde. Belki de neye uğradığını anlayamadan ve hiç bi şey yapamadan çaresizce kabul etmişti ölümü. Alevlerin içinde veda etmişti her şeye. Beraberinde onlarca soru işaretiyle gitmişti. Soru işaretleri yine olsaydı da o hayatta olsaydı diye geçirdi içinden.

 Günler birbirini izliyordu ama o hala darmadağınıktı. Bu işin aslını öğrenmeliydi. Bildiği hiçbir şey yoktu çünkü. Ne, nasıl, ne şekilde olmuştu? Yaptığı küçük bi araştırmanın ardından öğrenmesi gerektiğinden fazlasını öğrenmişti aslında. Onu çok iyi tanıyan bi arkadaşına ulaşmıştı. Son 5 yılın her ayrıntısını gözyaşları içinde dinledi.

 Neden hayatından çıktığını, çıkmak zorunda olduğunu, hala onun için kalbinin attığını, onu bulmak için tekrar bu şehre geldiğini, affetmesi için her şeyi yapacağını, o gün yanındakilerin aslında abisinin çocukları ve eşi olduğunu, teyzelerden birinin yakın bi komşuları olduğunu, en önemlisi de o’nu sürekli izlediğini öğrendi. Evet meğer her sabah işe giderken ve işten gelirken onu gözlediğini ama cesaretini toplayıp karşısına çıkamadığını biliyordu artık. Ve bu daha çok acıtıyordu canını. Yangının nasıl çıktığıysa hala bilinmiyordu.

 Yaşanmamışlıklar daha doğrusu yaşanamamışlıkların olması kötü bi durumdu. Yarım kalan bi ömür çok kötüydü. Koşup sarılmak isterken kaçıp gitmek çok kötüydü. Keşke diye düşündü. Keşke arkamı dönüp gitmek yerine yakasına yapışsaydım. Keşke yıllar önce sırf başkası var diye gitmeseydi benden. Onu değil de beni severken sırf karşı tarafı üzmemek için kabul etmeseydi. Benim üzülebileceğimi de düşünebilseydi keşke. Her ne kadar hasta biri bile olsa beni de bıraktığında hasta edebileceğini düşünseydi. Keşke,keşke,keşke… Keşkelerin sonu gelmiyordu. Bunları söylerken boğazına düğümlenen o yumruk da acı veriyordu. Aynı kişi tarafından 2. kez terk edilmişti. Sonuncusu dönüşü olmayan bu terk edilişse en acı verendi.

 Aylar, yıllar geçerken o duygularını yitirmiş bi halde yaşamaya devam etti. Ne sevebildi ne güvenebildi. Yapması gereken şeyleri yaptı sadece. İşe gitti, eve geldi; eve geldi, işe gitti. Kendine gelmeye bile çalışmıyordu artık. Etrafındaki kalabalığa rağmen yapayalnızdı. Fotoğraf çekmek bile istemiyordu. Makine o günkü bıraktığı gibiydi.


Etrafındakilerin ısrarından, çabalarından kurtulmak için hayata tutunmaya çalışıyormuş gibi yapıyordu. Yine aldı makineyi eline. Çektiği fotoları incelerken gördüğü şey o’nu yine beyninden vurulmuşa döndürdü. Teyzelere arkasını dönüp giderken çektiği son karede o vardı. Sanki karşısındaydı, o gün gibi. Sanki yaşanan her şey rüyaydı. Gerçek olan tek şey o kareydi. Gülüyordu, mutluydu ve bir o kadar da yakın… SON   

22.10.2010 tarihinden
佳楠                    

O An (1.Kısım)

Bazen Cumartesi ya da Pazar gününün verdiği huzurla içtiği bir fincan kahveydi onu mutlu eden. Bazen en sevdiği filmi izlerken aldığı haz. Bazen arkadaşlarıyla toplanıp alışverişe çıkmak, bazen yalnız başına yağmurun altında dolaşmak. Çoğu zamansa boş sokakları, insanları, ağaçları, çiçekleri, sevinçleri, hüzünleri karelere sığdırmak.

 Fotoğrafçı değildi ama en sevdiği şey fotoğraf çekmekti. . Zaten zaman sorunu yoktu. Ne zaman canı istese kaptığı gibi makineyi istediği her yerdeydi. Ailesi başka bir şehirde olduğu için telefonlaşmakla yetiniyorlardı. Kendisi de reklamcıydı. Sürekli yazmakla meşguldü. Çektiği fotoğraflar da yaratıcı fikirler ortaya çıkarmasına yardımcı oluyordu aslında.

 O kadar sakin ve huzur dolu bir hayatı vardı ki. Bir gün bozulacak bu durum diye ödü kopuyordu. Her şey istediği gibi ilerliyordu. Henüz 27sinde olsa da annesinin ne zaman evleniyorsun sorularına maruz kalmaktan kurtulamıyordu bir türlü ama o doğru zamanın geleceğine inanıyordu bunun için. Geçmişteki aşk hayatı pek parlak değildi ve artık uğraşmak istemiyordu. Bekliyordu, hayatının aşkı olacak insanı bekliyordu. Bir gün kapısını çalacağından çok emindi.

 Yine bir Pazar günü kahvaltının hemen ardından aldı fotoğraf makinesini ve yola koyuldu. Acaba bugün nereye gitsem diye düşünürken atladı otobüse hiç bilmediği bir yere gitmeye karar verdi son durakta inecekti. Artık nerde bırakırsa…

 İstesem böyle harika bir yer bulamazdım herhalde diye geçirdi içinden. Geldiği yer eski, bahçeli evlerden oluşuyordu. Sanki insan yoktu burada yaşayan. O kadar doğaldı her şey. İlkbaharın geldiği nasıl da belli oluyordu buraya daha bir erken gelmişti yeşil, kırmızı, pembe, mavi…Deniz güneşin yansımasıyla beraber gövde gösterisi yapıyordu adeta. Fotoğraflardan önce bu mis gibi havayı içine çekti. Sonra neredeyse her bir tarafı çekti. Tek bir karesini bile kaçırmak istemiyordu buranın. Anlaşılan yeni bir mekan bulmuştu kendine.

 Saatler geçerken böyle, acıktığını hissetti ve bir şeyler yemek için yürüdü biraz. Tabi bu arada fotoğraf çekimlerine devam ediyordu. İşte tam istediğim gibi bir yer diyerek ilerde gözleme yapan bayanların yanına gitti. Kulübe gibi bir yerin önünde 2 tane teyze gözleme açıyordu, 1 tanesi de pişiriyordu. Küçük masalar kurmuşlardı ve gelenlere servis yapan 2 tane de delikanlı vardı. O da gitti, oturdu, peynirli gözleme ve çay istedi.

 Beklerken bir yandan teyzelerin fotoğraflarını çekiyordu bir yandan da onlarla muhabbet ediyordu. Teyzeler o kadar sevmişti ki o’nu sanki bir anda onların kızı oluvermişti. Vakit bir hayli geç olmuştu ve artık gitme vakti gelmişti. Ne de olsa yarın yeni bir hafta başlıyordu, bu da işe gitme zamanının yaklaştığının habercisiydi.


 Teyzelere tekrar geleceğine dair söz vermiş, kalkmıştı. Uzaklaşırken son kez arkasına döndü uzaktan bir kare almak istedi. Flash patladı ve o an gördüklerine inanamadı. Olduğu yerde dondu kaldı adeta…   
    
                           devam edecek... :)

19.10.2010 tarihinden
佳楠

Kaçan Kovalanır

Bir kız bir erkekten( ya da tam tersi) hoşlanır. Araştırır onu kimmiş, neyin nesiymiş, nerden gelmiş falan filan. Sürekli karşı tarafın karşısına çıkar. O kadar dikkat çeker ki karşı taraf da var bir şeyler bunda diye düşünmeye başlar artık. Sonra bir yolunu bulur çocuk (ya da kız) ve konuşurlar, tanışırlar. Bu konuşmaların devamı gelir elbet. Mesajlaşmalar, buluşmalar derken bir de bakmışlar ki aaa sevgili olmuşlar bile.

Evet, artık sevgili olduklarına göre aralarındaki muhabbet tamamen değişmiştir. İlk başlarda her şey çok güzeldir. Mutluluktan uçuyordur ikisi de. Ama zamanla peşinden koşan taraf çekilmeye başlar( istisnalar mutlaka olur ama genelde böyledir) sıkılmıştır ya da aslında hiç de büyütecek bir şey yokmuş diye düşünmeye başlamıştır. Ne diye bu kadar uğraşmışım ki der kendi kendine. Onun bu tavrını karşı taraf da illa ki sezer. Huzursuz olmaya başlar ve mutsuz. Sonra ayrılmak ister peşinden koşan. Bahane bulamaz saçma sapan şeyler uydurur. Kafam çok karışık, kendimi iyi hissetmiyorum bu aralar, sen daha iyilerini hak ediyorsun vs vs bir ton laf kalabalığı eder ve gider.

Terk edilen taraf ne olduğunu anlamaya çalışır ilk başlarda. İlk defa başına geliyorsa şok olmuştur. 1-2 gün sonra ağlayıp zırlamaya başlar bunalıma girer falan filan. Kızar çok kızar o’na. Küfreder, arkasından söylemediğini bırakmaz ama o an kapısını çalsa o’na geri dönecektir. Hayır, önüm de diz çökse de dönmem bir daha der. Tekrar döneceğini kendine bile itiraf edemez o zamanlarda.

Bir süre sonra terk eden o halinden de sıkılmaya başlar ve tekrar aramaya başlar, görüşmek, konuşmak ister. Yollarına çıkmaya başlar ilk zamanlardaki gibi. Sensiz olmuyor, yapamıyorum tarzı gerçek olmayan şeylerden bahseder durur. Terk edilen yeterince güçlüyse kabul etmez bir daha o’nu hayatına ama güçsüzse kabul eder ve yine aynısına benzer olaylara davetiye çıkarır(bence).

Kabul etmemişse terk eden bunu hazmedemez. O kaçtıkça o da peşinden koşar. Hatta onun kaçması öyle bir şeydir ki bizimki daha da bir tutulmaya başlar. Bu defa o acı çekmeye başlar. Başkalarını onun etrafında gördükçe sinirleri bozulur. Hele bir de başka bir sevgilisi olmuşsa bu fazlasıyla acı çekmesine sebep olur zaten. Ama kendi yoluna gitmek zorunda olduğunu zor olsa da kabul eder sonunda.

Ya işte bu tip ilişkiler de vardır. Kaçan Kovalanır’ın binlerce hikayesinden sadece biri;)

13.10.2010 tarihinden 
佳楠

18 Ocak 2014 Cumartesi

Şapşuk Halim

Kendimi sitcomlardaki şapşuk tiplemeler gibi hissediyorum. Ya beni bugün “adamın biri nebilim” aradı ya. Telefonumda “adamın biri nebilim” diye kayıtlı biri var. Bazen kendimin karşısına geçip beni izliyorum resmen. Kim ki bu ki diyorum. Hangi dünyadan falan filan işte. Saçma salak hareketler, acayip fikirler, durup gülmeler, düşünüp ağlamalar:S…Kendi kendine konuşma olayını saymıyorum bile. O normal artık. İnsan yok kii kendimle konuşmicam da uzaktan kumandalı numune arabalarla mı konuşucam!?. Bu normal durumun dışında kalan her şey anormal. Acaba hangi çizgi filmin içindeyim şu an diye düşündüğüm çok oluyor. “ Düşünmek iyi değil.” diyen Henry’nin felsefesini benimseyesim geliyor.
Yapacak o kadar çok şey buluyorum ki burada.  Bitmez günler geçmez saatler beni hayrete düşürüyor. İstanbul’daki bütün zamanım yollarda geçiyormuş benim meğer. Burada hem deli gibi çalışıp hem yukarda saydıklarımı düşünüp (yapıp) duruyorum. Takip etmediğim dizi yok Türkiye’den mesela. Arada bir çin dizileri.. Yaptığım saçma sapan araştırmalar, firma ziyaretleri, yollarda geçen(ya da geçmeyen) zaman, yemek davetleri, gülmeler, ağlamalar. Vay anam vay istanbul’da sabahın köründe metrobüse atlar, bütün gün ofiste hiç bişi yapmadan otururJ, gecenin karanlığında eve varır, yorgunluktan yemek yapmaya üşenir, üstümdeki kıyafetimle koltukta uyuyakalırdım ya la:S Neyse işte  içime biraz Behzat ç. , biraz Murat Cemcir,Ahmet Kural, biraz Mecnun kaçtıJ  Bence bu durum daha iyi diyorum ben. Zaman var ve kullanıyorum bildiğin:D

Ha bi de Kurtalan ekspres dinlemediyseniz, dinleyin mutlaka. Müthiş olmuş son hali de ;)

13.11.2012 tarihinden

佳楠 


Bir Kendim Bir Ben

Bir kendim bir ben gidiyorum dedim, geldim.
Hiç bilmediğim bir yerde, hiç tanımadığım insanlarla iş yapıyorum. Buraya ayak uydurmaya çalışıyorum. Buraya göre yatıp buraya göre kalkıyorum. E ne olacaktı diyorsunuz da demeyin öyleL
Off ne kötüymüş yalnızlık hissi. Aslında severdim bazı zamanlar yalnız kalmayı ama bu farklı bir şeymiş. İlk Pazar günümü hatırlıyorum da aman Tanrım neydi o öyle!?. Yalnızlığın dibine vurmuşluğun gözyaşları içinde dışarı çıkması, içimdeki çocuğun kafasını gözünü sağa sola çarpıp, yara bere içinde kalması gibiydi. Ben öyle bir ağlama hatırlamıyorum ömrü hayatımda. O derece düşünün artık.
Şimdi mi? Şimdi düşünmüyorum. Düşünmeyip işe güce verince kendimi gülüyorum o Pazar gününe. Sürdüm kendimi resmen buraya. Sürdüm yani. Gidicem dedim şakk geldim ya la. Ne kadar kalpten istemişim. Hakkaten de istedim ama. Şimdiyse neden burdayım sorularıyla şımarıklık ediyorum.

Kötü olan bir çok şey var da burada, bi de bütün kalplerden uzakmışım hissi oluyor çoğu zaman. Hani gözden uzak olan gönülden de uzak olur derler ya. Öyle işte.. Ne melankolik bir insanım ne melankolik.. Böyle olsun isterken şimdi şikayet ediyorum :S Kendimi dövesim var !!!

11.11.2012 tarihinden 

佳楠


Gelenler Korkmayanlardır


Ayh bu Çinliler beni öldürecek.. Geçen sabah yine bir firmayı bekliyorum kapının önünde, adama 30 kere söyledim yine bulamadı ya la adresi. Hadi onu bıraktım, belki ben anlatamamışımdır 31. defa da bir Çinli anlatıversin diye verdim telefonu güvenliğe söyle adresi buraya gelsin dedim. Hiiç abartmıyorum hiç hem de adamla 15 dk 2 cümlenin etrafında döndü durdu konuşma. Sabretmenin zirvesine vardım bunların içinde. 
Ya herkesin sizi dünya güzeli sanmasına ne dersiniz. Bu bile beni deli ediyor. Ya bi durun yok öyle bir şey ben güzel filan değilim deseniz de nafile. Beyazsanız, gözünüz, burnunuz büyükse (benim gibi), birazcık da poponuz varsa hahaha :D:D:D sizden güzeli yok bu memlekette arkadaş.
Herkes bana karşı acıyla, hayranlıkla, sevgiyle, şaşkınlıkla, yardım etme duygusuyla karmakarışık hisler içinde.  Neden ?  Tek başıma bir şeyler yapmaya çalışıyorum diye. Bende hiç bozmuyorum, sanırım hoşuma gidiyorJ 

Bi de kızların bana erkek arkadaş yapma merakı hat safhada. Neymiş yalnızlık çekmezmişim, Çincemi her dk kullanırmışım vs vs. Çinli bir erkekle sevgili olma fikri bile çekici değil. O değil de o salak ne cesaretle bana 99 tane kırmızı gül gönderdi onu anlamadım. 99 dedi ama saydım 98 çıktı:P Neyse ben söylemedim yine de belli olmaz gider çiçekçiyi döver filan. Hem şımarık, hem ukala. Bi de benle yaşıt, bildiğin çocuk la! Boyuna posuna bakmadan bana güller filan veriyor! Tööbeeee… Neyse yine de sağolsun daha önce hiçbir Türk 99 pardon 98 gül vermemişti tek seferde;)

11.11.2012 tarihinden

佳楠 


Çantamdaki Kalem


Bu sabah fark ettim çantamdaki gizemli kalemi. Düşündüm düşündüm , kimin bu, kim bırakti, nasıl bırakti, ne zaman bıraktı tarzında soru işaretleri kafamda dans ederken anladım ki aristokrat aileden gelen asil ve bir o kadar da tatlı genel müdürümüz Hakan bey bana çaktırmadan, belki de çaktırmaya çalıştığı halde benim anlamamamdan kaynaklanan salaklığımdan, çantama koymuş.  

Alelacele çıktığımdan bir kalem bile almamışım yanıma. Kendime kızdığım şeyler oluyor zaman zaman.  Ben bunu nasıl düşünemedim şeklinde cümle kurmalarımdan hiç hoşlanmıyorum. Çok sık olmuyor neyse ki ama bilirsiniz ki milyonlarca iyilik yaparsınız görünmez de yaptığınız bir kötülük sizi her şeyden eder. Demek istediğim düşünememeye tahammül edemiyorum, başkasının değil de benim böyle şeyleri atlıyor olmam hiç hoşuma gitmiyor, başkasından banane ;) Küçük şeyler belki ama sinir bozucu olan da bu değil mi zaten, küçük şeylerin atlanıyor olması.

Uzatmayı çok sevmem. Derdimi anlattım, teşekkürümü ettim, artık gidebilirim ;)

Öperler :*

佳楠






17 Ocak 2014 Cuma

Can Dündar'dan

İnsan 5 yaşına gelmeden anlıyor; açlığın öldürdüğünü, 
soğuğun dondurduğunu, ateşin yaktığını... 

Sevgisizliğin insanın canını acıttığını... 

Duyguları, nesneleri, kişileri, çevresini tanıyor. 

Her şey ona çok büyük görünüyor: 

Ev, masa, anne, baba... 

10'una gelmeden oyunla, sayılarla, harflerle tanışıyor. Azgın bir iştahla 
öğreniyor. Kız ya da erkek olduğunu fark ediyor. Dünyanın evde, okulda 
kendisine anlatılandan da büyük olduğunun ayırdına varıyor. 

*** 

15'inde, tam da en çok kendini sevdireceği çağda, sivilcelenen yüzünden, 
değişen bedeninden utanırken aşkı keşfediyor. 

Dış dünya kadar iç dünyanın da büyük salonları ve kendisinin bile 
bilmediği odaları olduğunu, açıldıkça o odalardan devasa bahçelere 
çıkıldığını hissediyor, büyüleniyor. Şarkıların içinde sevdalar 
gezdirdiğini, şiirin her türden hasreti dindirdiğini anlıyor. Aşk acısını 
öğreniyor. Yine de seviyor; ille seviyor, inadına seviyor. 

20'sinde putlarını yıkıyor, başkaldırıyor, kanatlanıyor. 

Her şey ona küçük görünüyor: 

Ev, masa, anne, baba... 

"Dünya küçükmüş; büyük olan benim" efelenmeleri başlıyor. 

Lakin dünya bunu bilmiyor. 

O yüzden 20'ler çoğu zaman hayal kırıklıklarıyla geliyor. 

*** 

25'inde ayaklar biraz yere değiyor. 

Okul bitiyor, iş telaşı başlıyor. 

Sınıfta öğrenilenlerin akı, sokaktaki gerçeklerin karasına çarpıp 
grileşiyor. 

Yolu hızlı gelenler çabuk yorularak, sevdiğini bulanlarsa kalbinden 
vurularak evleniyor genelde... 

5 yıl önce uzak bir ülke olan "istikbal", daha yakına geliyor. 

"Bir denizde yangın çıkarma" hayali erteleniyor. 

"Dünya zor"laşıyor. 

*** 

30'unda muhasebeye başlıyor insan: 

"Dünya hâlâ beni tanımadı, üstelik galiba ben de dünyayı tam tanımıyorum" 
dönemi... 

Mevcut bilgilerin sorgu yeri... 

Kuşkunun beyliği... 

Tehlikeli yaşlar: "Bunun nesine hayran oldum ki ben" pişmanlıkları, 
"Hakkımı yediler" sızlanmaları, sırta saplanan hançerler, çelmeler, dost 
kazıkları, ağır ağır olgunlaştırıyor insanı... 

*** 

35, yolun yarısı... 

Hiç okul asmadan, evden kaçmadan, bir terasta sevdiğiyle öpüşüp bir 
çadırda uyanmadan 20'sine gelenler için gecikmiş telafi çağları... 

Daha önce hiç yüz verilmemiş ana-babaların sözüne yeniden kulak kabartılan 
yaşlar... Olgunluğun karasuları... 

40'ında eski kotlar dar gelmeye, saçlara ak düşmeye, aile büyükleri 
yaşlanıp ölmeye başladığında bocalıyor insan... 

Panik, kadınları kuaföre sürüklüyor, erkekleri araba galerilerine; ve 
ikisini birden yeni sevda hayallerine... 

Yiten gençliğe, boyalı saçlarla, içe çekilen karınlarla, kırmızı 
arabalarla çare aranıyor. 

*** 
45'inde "istikbal" denilen o uzak ülkenin toprağına ayak basıyor insan... 

Hem ölüm yarınmış gibi, hem hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamasını öğreniyor. 

Eski dostlar, hatıralar kıymete biniyor. 

Didişmenin yerini sükûnet, böbürlenmenin yerini nedamet, kinin yerini 
merhamet alıyor. "Keşke"ler "iyi ki"lerle, hırslar hazlarla yer 
değiştiriyor. 
Bu dünyayı silkelemekten, daha iyi bir dünya için kavga vermekten 
vazgeçmeseniz de, öbür dünya umuduna da kulak kabartıyorsunuz, ara 
sıra... 
*** 
Genellenemez tabii; bunlar benim yaşlarım. 

Sonrasını bilmiyorum henüz; öğrendikçe yazarım. 
Can Dündar – Milliyet, 
17.06.2006

10 Ocak 2014 Cuma

Olamaz mı olabilir ;)

Sevmiyorum masa başında çalışmayı. Saatlerce oturup ekrana bakmaktan nefret ediyorum. Oturarak kıç büyütmekten yana değilim hem kör eden bi durum hem de işte önemli bir işin olmadığı zamanlarda mal gibi acaba nereye girsem ne yapsam ne okusam şeklinde bi arayışa girmek sinirlerimi bozuyor. Tıpkı şu anda da olduğu gibi.

Yani ben oturmamalıyım. Dolaşmalıyım ülke ülke, firma firma, fabrika fabrika, şehir şehir, köy köy… Bu daha uzayıp gider.. Boşuna mı yabancı dil okuduk arkadaş, boşuna mı çince öğrendim ben. Amacım yeni işler, kültürler,insanlar tanımak olmasaydı girerdim kpss'ye devlet memuru olurdum 8-5 çalışırdım mutlu mutlu. Ama benim istediğim bu değil ki.. Benim için en nefret edilesi durumlardan biri de saatler arasına sıkıştırılmış çalışmalar. 8-5 ya da 9-6 her neyse işte zamanlar arasına sıkıştırılmış insan bedeni. İşim yoksa ofiste illa 6ya kadar oturmak zorunda olma mallığı var.

Bir tanıdığım var google'da çalışıyor. Çocuğa iş görüşmesinde "Ne yapmak istersin, hangi alanda çalışırsan MUTLU olursun" diye sormuşlar. Ne kadar güzel.. Önemli kelime mutluluk duymak, mutluluk duymak ki başarılı olmak, başarılı olmak ki haz almak, kazandırmak ve kazanmak..Belki Google'ın olanaklarının aynısını sunamam ama ona yakın şeyler yapabilirim ;) Paraya asla değer vermeyeceksin arkadaş. İnsanların mutluluğu, memnuniyeti paradan daha önemli bana sorarsanız. Sormazsanız da öyle yani :D Parayı kazanmak kolay, mühim olan insanı kazanmak.

İlerde bir gün kendi işimin başında olduğumda çok acayip şeyler yapıcam. Rahat, huzur, konfor ve verim bir arada olacak. Çalışanlarım memnun kalacak. Özgür ve mutlu bi ortam. Düşünsenize patronunuz size istediğiniz gibi giyinip ( temiz ve bakımlı olmak koşuluyla tabi ) işe istediğiniz saatte gelebilme özgürlüğü veriyor. Yaz tatilinizi patronunuz karşılasın, bayramlarda maaş dışında ekstra jestler yapsın istemez misiniz?Olmaz öyle şey diye düşünebilirsiniz  fakat olur, olmalı, olacak.. Ama verilen işlerin zamanında hallolması koşuluyla tabii. Hem bu özgürlüklere sahip olup hem de tembellik yapmak olmaz. Karşılığında maaş alıyorsun sonuçta. Siz de demez misiniz çalışan olarak “bu adam veya kadın bize bu fırsatları sunuyorsa biz de işimize sarılmalıyız, kaybetmemeliyiz, böyle bir yer bulmak zor olur” diye. Ben düşünürdüm açıkçası ve işimi kaybetmemek için var gücümle asılırdım. Böyle olunca da başarı gelirdi mutlaka.

Çalışan memnunsa, işler yürür, patron da memnun olur. Olay budur aslında. Bu noktada önemli olan da doğru insanı seçip ekibine alabilmektir. İşveren olarak doğru insanı seçebilmek de zordur aslında, kaç türlü insan var. Bu da artık patron olarak sana, tecrübene kalan bir şeydir. Ben insanlarla oturup bir defa sohbet ettikten sonra, notunu verebilirim. Şu zamana kadar yanılmadım, sanırım bundan sonra da edineceğim daha çok tecrübeyle yanılmam diyelim ve bu yazımıza burada son verelim. Aşağıdaki fotolara bak ve ofisini kendin seç ;)
佳楠





7 Ocak 2014 Salı

Çin'de yaşamak


Google’a uzakdoğuda yaşamak yazdım ne çıkacağını merak ederekten ve tahmin ettiğim cümleyi gördüm. “ Beslenme alışkanlıklarından dolayı yiyecek birşey bulamamaktan aç bir yaşama sahip olmaktır” demişler. 2 yıl Çin’de yaşamış ve yakın bir zaman da tekrar orda yaşamaya başlayacak biri olaraktan hiç katılmıyorum bu açlıktan ölme mevzuuna. Yok öyle bir şey çünkü. Evet damak tatları bizimkinden çok farklı ama damak tadımıza yakın şeyler bulmak da mümkün. Ayrıca kendi ülkende her dakka dışarda mı yemek yiyorsun arkadaş. Kendin hiç mi yapmıyorsun. Al ordan pazardan,marketten nevaleyi evinde hazırla. Al sana Türk yemeği.. Peynir, zeytin bulmak her şehirde mümkün olmasa da büyük şehirlerde bulmak mümkün. Meyvenin ve sebzenin milyon çeşidi var. Et var, tavuk var, süt var..Yoğurdu kendin yaparsan var yok illa alıcam diorsan şekerli, meyveli yoğurtlar bulabilirsin. 

Giderken genelde yanımda beyaz peynir ve ince bulgur götürürdüm. (kısırı çok severim de:) Bulgur, ince bulgur, mercimek görmedim henüz ve özlüosunuz uzun süre kaldığınız zaman. Bir de bol bol brokoli yerdim :D

Güzeldir Çin’de yaşamak . Orda kalıyorsun, kalıyorsun, kalıyorsun da döneceğin zaman geliyor ya ,ah ne kadar da anlamlı oluyor o dönüşler. Özlemin tavan yapıp sevdiklerine sarılacak olmanın verdiği heyecan…  

Okumak için orda bulunmak sinir bozucu ( bence ) iş hayatındaysan ve orda çalışıyorsan bu daha tercih edilebilir bir durum benim  için. Okuldayken hem okuduğum yeri sevmiyordum hem de okulumu.. Ondan bana pek çekici gelmiyordu Çin’de yaşam. İş hayatında ise aslına bakarsanız en varoş şehirlere gittim, yaşadım ama şikayet etmedim. Aksine yaşamak istediğim şehirler haline dönüşüverdiler. :D Enteresan bir yapım var ya yine burda da hortladı bu durum.

Benden daha çooook  Uzakdoğu hikayeleri okuyacaksınız .

Bugünlük bu kadar..

佳楠


6 Ocak 2014 Pazartesi

yeniye açık ol kardeşim :)




Yıl olmuş  2014 hala geliştiremedik kendimizi , Bir arpa boyu yol alamadık düşünce konusunda. Eskide yaşayıp, eskide ölüyoruz. Ha nedir kardeşim söylemek istediğin diye sorarsanız. Şudur ki; yeniyi kabullenin, yeniyi sevin, açık olun yeniliklere. Zaman değişiyor, dünya değişiyor, fikirler değişiyor. Bi sen değişemedin be kardeşim. Hala mı gaz lambasında ders çalışmak zorundayım. Hala mı dumanla haberleşmeliyim. Hala mı çocuğumun cinsiyetini doğunca görmeliyim. Bak neler değişip, gelişti ve hala da gelişmeye devam etmekte. 
Peki ya sen neden tabularından kurtulamıyorsun. Sen neden çağ dışısın acaba.
Önce bu değişim ve gelişimin farkında olup, kabullenebilmeliyiz bunu.


Ya var ya bişi yazayım dedim sıçıp sıvadım yemin ederim. Bir lafı anlatmaya çalışırken dolandıra dolandıra ben kayboldum ve asıl anlatmak istediğim şey neydi onu unuttum. Yeniye açık olun işte kardeşim , özü bu ;) Bi daha da ofiste bişi yazmaya kalkişmicam. Bu ne kardeşim ilham perilerim ölmüşler..

http://www.irad.org/makaleler.aspx?id=209  Nuray Israel yapmış araştırmasını , döşemiş bi güzel. Söylemek istediklerim tam olarak bunlar olmasa da buna benzer şeylerdi diyebilirim :) 


佳楠 jia nan

2014'e giriş

06.01.2014

Aslında ben burayı çoktan açmışım da haberim yokmuş. O zaman yazmaya başlayabiliriz. 2014'ü bol yazılı, kahkahalı geçirmek ümidiyle...

jia nan 佳楠